En son konular | » Halit Ertuğrul tarafından sahra Çarş. Haz. 24, 2009 7:55 pm
» Ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder levhadır tarafından FAKİR Paz Nis. 26, 2009 10:12 pm
» Ölüm Geliyorum Diye Davetiye Basmaz....! tarafından FAKİR Paz Nis. 26, 2009 9:44 pm
» Anket Eklemek!! tarafından LiSeLiM C.tesi Nis. 25, 2009 9:40 pm
» Foruma Video Eklemek tarafından LiSeLiM C.tesi Nis. 25, 2009 8:59 pm
» MEHMET ÂKİF ERSOY tarafından Güllere_Vurgunum Cuma Nis. 24, 2009 10:28 pm
» İmam-ı Azam Ebû Hanîfe tarafından la edri Cuma Nis. 24, 2009 10:07 pm
» İsmail el-Buhari (r.a) tarafından la edri Cuma Nis. 24, 2009 12:39 am
» Hz. Ali (r.a) tarafından la edri Cuma Nis. 24, 2009 12:35 am
» Hz. Ömer (r.a) tarafından la edri Cuma Nis. 24, 2009 12:28 am
|
| | Erdem Beyazıt | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
FAKİR Administratör
Mesaj Sayısı : 126 Teşekkür Et : 5 Uyarı : Teşekkür Puanı : 13 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 06/01/09
| Konu: Erdem Beyazıt Perş. Ocak 29, 2009 2:14 am | |
| Erdem Beyazıt'ın Hayatı
-------------------------------------------------------------------------------- 1939’da Maraş’ta doğdu. İlkokul ve Lise öğrenimini Kahramanmaraş’ta tamamladı. Yüksek öğrenimine 1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde başladı. Geçim zorluğu yüzünden 1961’de öğrenimini devam mecburiyeti olmayan Ankara Hukuk Fakültesine naklederek askere gitti. Askerlik dönüşü fakülte değiştirerek yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde tamamladı. Edebiyat öğretmenliği, kütüphane müdürlüğü yaptı. İstanbul Türk Musikîsi Devlet Konservatuarı’nın kuruluşu sırasında genel sekreter olarak çalıştı. Daha sonra, Sanayi Bakanlığı İnsan Gücü Eğitim Dairesi Başkan Yardımcısı iken bu görevinden istifa suretiyle ayrılarak Akabe Yayınları’nın ve Mavera dergisinin yönetimini üstlendi. 1984’te Akabe A.Ş.’nin İstanbul’a taşınması kararı ile bu görevini devrederek yeniden memurluğa döndü. DPT’de sözleşmeli personel olarak çalışırken, 1987 Milletvekili seçimlerinde Anavatan Partisi’nden aday oldu. Kahramanmaraş’tan milletvekili seçildi. TBMM’nin 18. Dönem çalışmaları süresince Milli Eğitim ve Çevre Komisyonlarında görev aldı. 1991 seçimlerinde adaylığını koymadı, İstanbul’a yerleşti. Evli ve dört çocuk babasıdır. Tok, kavgacı, destana yatkın bir üslûpta söylenmiş olan şiirlerinde ayrıca ince duyarlılıklar işlenmiştir. İslâmî ton bir “leit-motiv” halinde bütün şiirlerine yayılmıştır. Eserleri: Sebeb Ey İlk şiir kitabı 1972’de Edebiyat Dergisi Yayınları, Risaleler son şiirleri adı altında Akabe Yayınları arasında 1987 yılında çıktı, Şiirler (Sebep Ey ve Risaleler iki kitap bir arada) İz Yayıncılık tarafından 1992 yılında basıldı, İpek Yolundan Afganistan’a:1981’de İran, Pakistan, Afganistan ve Hindistan’ı içeren iki aylık gezi ile ilgili izlenimlerini kitaplaştırdı, Gelecek Zaman Risalesi - 1998 İz Yayınları. Şiirler kaynak | |
| | | FAKİR Administratör
Mesaj Sayısı : 126 Teşekkür Et : 5 Uyarı : Teşekkür Puanı : 13 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 06/01/09
| Konu: Geri: Erdem Beyazıt Perş. Ocak 29, 2009 2:16 am | |
| AŞK RİSALESİ
Dirilmek yeniden
Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın
Bulutları yarması gibi gün ışığının
Yağmurun ansızın boşanması
Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması
Erimesi gibi karların ve buzulların
Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların
Dirilmek yeniden
Yüzyıl süren bir berzahtan geçmişiz gibi
Kandan kinden öfkeden
Üstümüze bir sağnak boşanmış gibi
Sürekli lekelendiğimiz çözülmeye terkedildiğimiz
Bir bataktan çıkar gibi.
Yürürken otururken yatarken
Hep çürümek durumunda kalmış
Duyduklarımızdan dolayı kulaklarımız
Gördüklerimizden ötürü gözlerimiz
Dokunduklarımız için ellerimiz.
Belli bir bozgun yaşamışız
Her şeye ölüm dadanmış sanki
Kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar
Erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar
Çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar
Çocukluk kalkmış dünyadan gibi
Her çocuk antik çağ filozoflarından bir kalıntı sanki.
Aşkın son saltanatını yaşamak içinmi ey kalbim
Ruhun serüvenine bir kale olmak için mi?
Bu başkaldırma kanatlanma.
Durmadan geçiyordu o zamanlar
Üstümüzden tanklar toplar binler tonluk arabalar
Boğuk bir ses madeni bir böğürme
Bir metropol devinin içimiz titreten iniltisi
Ta uzaklarda şehirlerin üstünde kımıldayan
Bir korkunun yüreğimizde biriken tedirginliği
Bir sam yeli gibi bedenimizi yüzümüzü saçlarımızı
Yalayarak
Çekiyordu bizi ve herkesi.
Ama sen uzaklardaydın ey kalbim
Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı
Ayın ve yıldızların çağlayarak
Berrak şelaleler yaparak
Coşku içinde aktığı
Bir yerlerdeydi.
Hani bir gün bir çobana rastlamıştık
Kavalıyla bir sümbülü emziriyordu
Adı ferhat mıydı neydi
Koyunların kurtların böceklerin ve çiçeklerin
Sadakatten mest oldukları
Her birinin gözlerinde
Kaybolur gibi kayar gibi
Dalıp gittiğimiz o saadet evreni
Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç
Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan.
Yaslan göğsüme sevdiğim
Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir
Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir toprak gibidir
Sen ki bulut gibisin
Ay gibisin güneş gibisin bazan.
Usul usul inen
Yağmur tıpırtılarını
Dinler gibi
Dalıp gitmiştik
Sen konuşuyordun
İpil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun
Onlar ki konuklarımızdı
Adları Keremdi Yusuftu Kaystı
Hepsi de ezelden tanıdıktı dosttu.
( Ara Çağrı )
Sen bir taze haber gibi gelmiştin unutmadım
Her gelişin bir taze haberdi unutmadım
Aşktı alıp verilen altın bir vakitti yaşadığımız
Bir muştuyu algılamanın sürekli gerilimiydi sanki
unutmadım
Can oynanırdı evlerde yollarda meydanlarda
Can alınıp can verilirdi hiç unutmadım
Sen uyurdun uykun bir tepeden seyredilen uçsuz bir vadi
Kıyısından seyredilen bir denizdi sanki unutmadım
Ah sevgili ! Hayat görünürdü kapından, bir çırpınış
yüreklerimizde
Sen evinden çıktığında güneşler doğardı içimizde
unutmadım
Toprağa düşen tohum onda gizlenen renk şekil koku
Senin için biçimlenirdi renklenirdi kokardı senin için
unutmadım
Ebedi masum çocuklar zamanın solmayan çiçekleri
İstemişlerdi de ezan okumuştu Bilal bir sabah
unutmadım
O dirildi O dirildi diye birden çalkalanan sokaklar
Ölüm ki sonsuza açılan bir kapıydı hiç unutmadım
Ey aşk ey dirilik soluğu ey evrenin hareket kaynağı
Nasıl unuturum nasıl unuturum hiç unutmadım.
Haydi gel sevgilim
Uzanalım toprağın altına
Çiçekler mayalansın göğsümüzde
Bu akıp giden bu kör gidip yol giden
Kalabalıkları bu insanları
Ezen çiçekleri, bir kere bile farkına varmayan
Dökülen bu yıldızları yağmur birikintilerine
Çiğneyerek geçen bu adamları ve kadınları
Uyarmak için bir an durdurmak için
Bu bizi terkeden, bacaları öksüz ve boynu bükük
İçimizde sonsuzluk kavislerinden izlerini taşıdığımız
Ama şimdi kendimizi zorlasak da
anımsayamadığımız tasarlayamadığımız o kırlangıçları
Ah tekrar dönülebilir mi? yaşayabilirmiyiz ?
Uzansak yerin altına ve toprak olsak.
Haydi gel sevgilim
Bir daha deneyelim
Bir kere daha kesmek için yolunu kalabalıkların
Yüreğimizden gönlümüzün derinliğinden
Vermek hep vermek için
Çünkü dağıttıkça çoğalır bizim zenginliğimiz
Aşkın bir adı da berekettir
En iyi anlatandır o
Hirada bir mağarada
Gözden döküleni
Gönülden geçeni.
Ah hep o kelimeyi bulmak için bütün bu
Çabalarım
Seni çağıracak olan.
Nasıl da unuttuk
Oysa daha anar anmaz adını
Ansızın patlayan bahara bir pencere açmışız gibi
Kış ortasında çıkıveren güneş gibi
Birden sıyrılıverip bulutlardan
Üryan görülen can gibi
Doldururdun içimizi
Ve eviçlerimizi.
Ah oruçlu bir ağustos vaktinde
Bir kayanın dibinden kaynayan
Soğuk ve berrak sulara
Uzanıp kana kana
Avuç avuç alıp
Yüzümüzde içimizde
Duyduğumuz
Gibi
Aşk.
Ah bir yalnızlık vaktinde
Herkesle birlikte olduğumuz
Gene de yalnız olduğumuz
Bir parkta
Ta uzaklardan gelir gibi
Bir tamburdan bir ezginin
Bizi bizden ve herşeyden
Alıp götürdüğü gibi
Aşk.
Haydi gel sevgilim gene arayalım
Makam-ı İbrahimde rastlanan ayak izlerini
Dedesinin elinden tutup Kubays dağına götürdüğü
Yüzüsuyu hürmetine yağmur istediği
Yeryüzünün bereketlenip çiçeklerle bezendiği
Develerin coşarak çöllerde
Ayak sesleriyle şiirler bestelediği
O vakitleri.
Haydi gel bir daha bir daha
Arayalım
Herkesin ve herşeyin uykuya vardığı
Bir vakitte
Gürül gürül
Bardaktan boşanır gibi
Yeryüzünü ve gökyüzünü
Dünyanın bu yüzünü ve öbür yüzünü
Geceyi ve gündüzü
Dolduran
Yüreğimizi kuşatan
O kitaptan
Okunanı.
Yaşamak, avını gözleyen
Sessiz gergin
Soluk soluğa
Bir atmaca
Sağ elimin
Parmakları ucunda.
Ve ölüm
Bir güvercin
Beyaz
Süzülen masmavi gökten
Berrak sulara.
Bir yıldız kayıyor kayıyor kayıyor
Bir dal uzuyor uzuyor
Bir gül kanıyor bir seher vaktinde
Yanıyor bir ateş için için
İçimde içimin de içinde
Bir ezgi dönüyor dönüyor dönüyor
Bir ney eriyor dudaklarımda
Aşkın bir adı da yorulmamaktır. | |
| | | FAKİR Administratör
Mesaj Sayısı : 126 Teşekkür Et : 5 Uyarı : Teşekkür Puanı : 13 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 06/01/09
| Konu: Geri: Erdem Beyazıt Perş. Ocak 29, 2009 2:18 am | |
| SAVAŞ RİSALESİ - 1
" 1400'üncü yıla armağan"
Güneşin
Mızrakların ucuna takılıp
kaldığı
bir vakitte
Diriliş erlerinin yüreklerinden
yayılan
Bir depremle sarsılıyordu arz.
Gerilmişti altımızda atlarımız
Fırlayıp kopacakmış gibi
baldırlarından
kasları
Ve tarıyordu bir projektör gibi
bakışları
üç kıtayı
Yeni bir vakte eriyordu yürekler
Yayılıyordu o muştu
O coşku
O haber.
Bir gelen var
emin haberciden
emin olana
Ondan da sıddık olana ve sadık olanlara
sohbete erip
halkada duranlara
yürekten yüreğe
yol bulanlara.
Bir gelen var
Bütün kıtalarda beklenmekte
olana
ayarlanmış
kulaklar
İlkin çobanlar duyuyorlar
Sonra ağaçlar
kurtlar
kuşlar
Çünkü onlar bilirler dinlemeyi
Onların elindedir toprağın nabzı
İlk onlar sezerler yeni olanı
Rüzgarlarla geleni
Bulutlardan ineni.
Bir dağın tepesinde
Yeni doğan bir ay gibi
Veysel Karani
Evreni
Kuşatan bir yay
Gibi
Açılmıştı
Kolları.
Selman
Bir şehrin kapısında
Bir kapının
Arkasında.
Ey savaşmakla emrolunanlar
Yürekleri Kevser suyu ile yıkananlar
Alacakaranlıkta bir seher vaktinde
Ayrılırken yurtlarından
yuvalarından
Bahçe köşelerinde kapı önlerinde sofalarda
odalarda
Bir bir çıkıp gelen yolumuzu kesip duran anılar
Yatak odamızın penceresinden
Uyandığımızda ilk görülen o tepe
O tepede o kayanın değişmeyen konumu
Güneşi bir muştu gibi her gün yeniden
Doğuran o dağ
elveda
Kadınlarımızın kirpiklerinde sıralanan
Adanmışlık ve bağlılık yazıları
elveda
Çocuklarımızın göğsümüze
yüzümüze
saçlarımıza
Sokulan alınları titreyen dudakları
kaçamak bakışları
Cennetten bir koku ölümsüzlükten bir pay olarak
Çektiğimiz ciğerlerimize
İnen yüreklerimize
Damla damla
Elveda....
O ki meydanın ortasında durmuştu
Elini kılıcının kabzasına koymuştu.
Dedi savaşçı :
" Ben gidiyorum
Hicret ediyorum
Varsa ağlatmak isteyen anasını
Dul koymak isteyen karısını
Ve istiyorsa çocukları yetim kalsın
Arkamdan gelsin."
Yeryüzü yeni bir güne hazırlanıyordu
Zaman devrini henüz tamamlıyordu.
O konuştu:
"Ey eti etimden olan
Bu dünyada ve öbür dünyada
Kardeşim olan!
Bu gece yatağımda
sen yatacaksın
bana vekillik
yapacaksın.
Biz gidiyoruz
Hicret ediyoruz
Sen sonra geleceksin
Ama önce emanetleri
sahiplerine
vereceksin."
Sonra o dağda
Maveranın kapısı olan
Bir mağara
Orada ikisi
O ve
İkinin ikincisi
sonra çöl:
Çölde tepeler..
Çölde develer..
Çölde geceler
Ve çöle serpilen
Mucizeler.
Medinede bekleyenler var
Damların üstünde, yollarda
çocuklar
kadınlar
Elleri alınlarında, gözleri ufukta
delikanlılar
ihtiyarlar..
Dediler. " Veda tepeleri üstünden
Üzerimize ayın ondördü doğdu
Şükürler olsun, şükürler olsun
Bize vacip oldu, şükretmek
Şükürler olsun..." | |
| | | FAKİR Administratör
Mesaj Sayısı : 126 Teşekkür Et : 5 Uyarı : Teşekkür Puanı : 13 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 06/01/09
| Konu: Geri: Erdem Beyazıt Perş. Ocak 29, 2009 2:20 am | |
| SAVAŞ RİSALESİ - 2
" 1400'üncü yıla armağan"
Ben sıcak savaşlara girmedim daha
Kılıçların çeliğine
Su katmadı gözyaşlarım
Ama
Savaş için geldim
Bu bilinçle bilendim
Bildim bileli kendimi
Hep düşlerimde yaşadım Bedir'i
Kardeşin biri bir safta
Öbür safta diğeri
bir yanda
Baba
Oğul
bir yanda.
Ve toprak gibi güçlü bir ana
Yedi erkek doğuran
Yedisini birlikte
Bedr'e yollayan
Ey Afra kadın
Kalacak adın
Bu dünyada
Kadınlar er kişiler doğurdukça
Mutlaka bir sınav olacaktı
Çünkü sünnetullahtı
Uhud'da savaş vardı
Bu savaş bir imtihandı
Gerçi her savaş bir imtihandı
Tüm yaşam bir imtihandı
Tüm yaşam bir imtihandı
Ama
Uhud
İmtihan içinde bir imtihandı.
O demişti: Savunmak da
Savaşlardan
Bir savaştır.
Savaşçılar demişti : Bu gün o gündür
Düşmanı cepheden vurmak
Nasipse eğer
Cennet kapılarına varmak
Kevserle kanmak
İsteriz.
O dedi : Mubarek olsun savaşınız
Sabrederseniz eğer
Sizindir zafer
Savaşçılar uçmağa(cennete) varmış gibi
Şehitlik umuduyla sarhoş gibi.
Muaz dedi: Eyvahlar olsun siz ne yaptınız ?
Hudayr dedi: Onun reyine karşı reyde mi bulundunuz?
Savaşçıların içinde bir tel titremişti
Başlarını önlerine eğdiler
Onun kapısına döndüler
O zırhını kuşanmıştı
Hikmetlerden bir hikmet daha
Noktalanmıştı.
Öyleyse ey ümmet
Ey kurtulmuş millet
Kutlu olsun şuranız
Kutlu olsun savaşınız.
--- Feda olsun sana
Anam, Babam
At ya Sa'd!
Ey ok atan
Ey hayata coşkunluk katan
Kutlu olsun savaşın
Konuşan Oydu
--- Bu kılıcın hakkını kim verir
--- Nedir o kılıcın hakkı Ya Rasulallah ?
--- Düşmanın yüzünde parçalanmaktır
--- Öyleyse o iş bana haktır
dedi savaşçı.
Kılıcı eline aldı
Koltukları kabardı
Ve yürüdü meydana
Salına salına.
--- Bu yürüyüşü sevmez Allah
dedi Rasulullah
Ama bu hal müstesna
O gün içinceye dek şehitlik şerbetini
Savaşçı
Döne döne
Savaştı.
Müşriklerin çarpılmış suratları
Altlarında talihsiz atları
Çarparak çeliğin ışıklı yalımına
Paralandılar
Parçalandılar.
Uhud'dan
Koşup gelen
Birkaç müslüman:
Eyvahlar olsun, eyvahlar olsun
Yeryüzü efendisini kaybetti
eyvahlar olsun!
Sümeyra kadın ekmek yapıyordu
Elleri sakindi
Gözleri dalıp gidiyordu
Sanki maverayı seyrediyordu
İçinde bir mahşer kaynıyordu
Yüreğinde Uhud dalgalanıyordu.
Apansız sıçradı
Çocukların göz nuru gençlerin yürek aydınlığı
İhtiyarların dilde duası gönülde umudu
Evrenin efendisine ne olmuştu.
Ona bir hal mi olmuştu.
Sıçradı kalktı Sümeyra kadın
Başörtüsü havada dalgalanıyordu
Unlar toprağa saçıldı, küller hamura karıştı
Medine sokakları hızla kayıyordu
evler bir bir tükeniyordu
Sümeyra kadın bendinden boşanmıştı
Bağrını döğüyordu.
Sonra Uhud göründü
Sonra müminlerden bir kalabalık gördü
Koştu yanlarına erişti
--- Rasulullah nerede ?
Dediler:
--- Ey sümeyra başın sağolsun
Bilmiyoruz Rasulullah nerede
Ama
Bu gömdüğümüz kardeşindir,
Allah katında
Şehittir.
Sümeyra dedi:
Allah Rahimdir
Ona bu rütbe
Mubarek olsun
ama ben Rasulullahı soruyorum.
Sümeyra seğirtti
Gitti gitti
Yeniden bir topluluk gördü
Durmayıp sordu:
--- Rasulullah nerede ?
Dedi Müminler:
--- Bilmiyoruz ama gömdüğümüz erkeğindir
Muradına erendir
Elbisesiyle gömülendir.
Dedi Sümeyra :
--- Hamd olsun, ona şehitlik kutlu olsun
Ama bir haber verin
Rasulullah nerede ?
Sonra gördü Onu
--- Hamd olsun
Dostlarını gördü
--- Hamd olsun
Buluştular
Görüştüler
Biliştiler Müminler
--- Hamd olsun
Yaratana Hamd olsun
Yaratıp imtihan edene
İmtihandan geçirip zafere erdirene
Bilinçleri bileyip sabırlar verene
Rahman olana
Rahim olana
Muin olana
Hamd olsun. | |
| | | | Erdem Beyazıt | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |